Uçhisar’da bir zamanlar Ağa’nın Kale’nin dibindeki bir evde, mutlu, huzurlu ve zengin bir aile yaşardı. Ailenin Mahsen adında bir de kızları vardı. Mahsen, çok güzeldi, gül gibi gamzeli yanakları, ok gibi kirpikleri, yay gibi kaşları ve ceylan gibi gözleri vardı. Oğlu evlenecek kadınlar, bir bahaneyle Mahsen’i görür, hayran kalırlardı. Delikanlılar, Mahsen’i görmek için fırsat kollarlar, görenler ise birbirlerine anlata anlata bitiremezlerdi. Bir gün Mahsen’in annesi hastalandı. Kasabadaki ve çevredeki hekimler annesinin derdine bir çare bulamadılar ve Mahsen’in annesi öldü. Baba kız kalakaldılar. O günden sonra babanın tüm sevgisi Mahsen üzerinde yoğunlaştı. Kızını sinekten sakınır, uçan kuştan kıskanır oldu. Yalnızlıktan Mahsen’in canı sıkılıyordu. Bir gün işlerini bitirdikten sonra odasına geçti ve pencerenin önündeki minderine oturdu, dantel örmeye başladı ki bir ses duydu: “İğne var, iplik var, ayna var, tarak var… Haydi dikiş yüzüğü geldi, kumaş dimilikler, entariler geldi”… Mahsen, belki bir şeyler alırım, hem de can sıkıntısını gideririm düşüncesiyle hemen dışarıya koştu. Bir devenin yanındaki bir adam perdeleri gösteriyordu. Bir eşeğin yularından tutmuş yağız bir delikanlı, habire bağırıyor, getirdiği eşyaları bir bir sayıyor ve satmaya çalışıyordu. Eşek öyle süslüydü ki; koşumunda sarı parlak demirler, palanında kuşlu halı dokuması vardı. Mahsen, almak istediği şeylerin genç çerçide olacağını düşünerek onun yanına yaklaştı. Kırmızı bir eşarbı almak için elini uzattığında genç çerçi ile göz göze geldi. Çok heyecanlanmıştı, kalbi ilk defa böyle deli deli çarpmaya başladı. Ne alacağını unuttu. Rastgele ihtiyacı olmayan eşyalara bakıyordu. Çerçi de gözlerini Mahsen’den alamamıştı. Mahsen dayanamayıp çerçi ile biraz konuştuktan sonra kırmızı bir kurdela alıp evine döndü. Ama aklı hep o genç çerçideydi. Aradan zaman geçmesine rağmen Mahsen bu çerçiyi unutamadı, aramaya başladı ve sonunda onu buldu.Mahsen artık sürekli çerçiyle görüşür oldu. Babası Mahsen’in son zamanlardaki hallerinden şüphelenerek bir gün kızını takip etti ve onu çerçiyle yakaladı. Kızının bir daha o çerçiyle görüşmemesi için onu bir odaya kilitledi. Mahsen artık odaya hapsolmuştu. Odanın sadece bir penceresi vardı ve yerden çok yüksekti. Artık Mahsen’in tek düşüncesi genç çerçi idi. Odasında tek dert ortağı ise, pencerenin önüne gelen güvercinler idi. Çerçiye olan aşkını güvercinlere anlatır, gün boyu onlarla dertleşirdi. Aşkının saflığı ve samimiyeti sebebiyle bir gün inanılmaz bir hadise gerçekleşti ve Mahsen bir güvercine dönüştü. Tek istediği, uçarak sevdiceği çerçinin yanına gitmekti. Uçhisar Kalesi’nden uçarak Tığraz Kalesi’ne, oradan Ortahisar’daki Sak Kalesi’ne ve sonra Başhisar’a uçup giderek çerçiye kavuştu ve tekrar insan oldu. Böylelikle Mahsen sürekli güvercin oluyor ve sevdiği kişinin yanına gidip geliyordu. Bir gün babası Mahsen’i odasında göremeyince çok şaşırdı. Ne olduğunu anlayamadı. İkinci defa Mahsen’i odasında göremeyince şaşkınlığı iyiden iyiye arttı. Bu hadise birkaç kez tekrarlayınca, Mahsen’in babası bu kez onu odasında akşama kadar bekledi. Akşam olunca güzel bir beyaz güvercin uçarak pencerenin önüne kondu. Babası o güvercini yakaladı ve öldürdü! Yani, babası bilmeden kızını öldürmüştü. Mahsen, güvercinlerle çok iyi arkadaş olmuştu. Güvercinler bu olaya çok üzüldüler ve Mahsen’in intikamını almak için zehirli tahıl toplayarak babasının yemeğine attılar. Baba ölürken son nefesinde Mahsen diye bağırdı. O günden sonra Uçhisar’da doğan kızlara Mahsen ismi verilmedi. Çeyizini hazırlayan genç kızlar, perdelerinin altına güvercin desenli dantel örerlerdi. Güvercinlerin ise o günden beridir yasta oldukları düşünülür.
Mahsen Hanım!
Yayımlanmış