Kemerleri Saymaya Başladı!

Rahmetli dedem Kavaklı Çavuş (Mustafa Şenol), askerliğini yaptıktan sonra epey bir süre çerçilik, yani eşek sırtında seyyar bakkallık yapmış. Köylerde en çok ihtiyaç duyulan malzemeyi, özel olarak hazırlanmış kutularla eşeğin sırtına yükler, genellikle iyi tanıdığı Nevşehir-Niğde güzergahındaki köylerde, az ihtimalle peşin parayla, daha çok harman veresisine, en çok ta takas yoluyla satmaya çalışırmış. İğne-iplik, gazocağı iğnesi, gaz lambası şişesi, lüküs gömleği, kumaş boyaları, bit-pire tozu, akide şekeri, şak (kırık) leblebi, soğukkuyu ve naylon ayakkabılar… en çok rağbet gören ürünler. Karşılığında da; yumurta, üzüm, buğday, arpa, çavdar, yün, naylon eskileri, eski kap-kacak ödenirmiş. Köyde satış işleri bitince, köy odasında veya bir asker arkadaşının evinde misafir olur, sabah başka bir köye müteveccihen yola çıkarmış.

Böyle seferlerden birinde yolu Mazı’ya düşmüş. Gün boyu köy meydanında satışını yaptıktan sonra misafir kalacağı asker arkadaşı İbrahim Onbaşı’nın evine varmış. Ev sahibi, “Çavuş’um bugün şanslıyız, komşuda düğün yemeği var, biz de davetliyiz” demiş. Akşam namazını kıldıktan sonra davet evine varmışlar. Ev sahipleri, misafire hürmeten sofranın baş köşesinde bir yer vermişler. Bundan sonrasını merhum dedemden dinleyelim:

Anlaşılan düğün sahibi varlıklı birisi. Geniş ve kemerli bir odadayız. Odaya 5 sofra sığdırılmış, Sofralar tahtadan ve oldukça büyük. Davetliler sofrlarda yerini aldıktan sonra yemekler gelmeye başladı. Önce tam kıvamında pişirilmiş bir bulgur çorbası geldi. İştahla içtim. İkinci sırada sofraya dumanı üstünde bamya yemeği kondu. Bamyanın sıcak olacağını biliyorum! Onun için acele etmeden diğer misafirleri takip etmeye başladım. Davetlilerin çoğu, sakalı göbeğinde, yaşlı-başlı adamlar. Bamyaya daldırdıkları kaşıkları alıp alıp atıyorlar. Dedim ki, “Sıcak olsa bunlar böyle rahat alıp alıp atamazlar, demek ki içerde biraz bekletilmiş”. O rahatlıkla bir kaşık ta ben attım! Atmamla birlikte gözlerimden yaşlar boşandı, ne yutabildim, ne çıkarabildim, gözlerimi tavana diktim, kemerleri saymaya başladım! Neden sonra ağzımdaki lokmayı yuttum ama dilim damağım kabardı. Yemekler birbiri peşi sıra gelip gidiyor, ev sahipleri ısrarla, “Hadi Misafir Ağa, niye yemiyorsun, devam et hele, bir tadına baksaydın” sözleriyle beni yemeye teşvik ediyorlar. Ama bende yiyecek hal mi kaldı! “Sağolun ağalar, zaten karnım toktu, çabuk doydum, yapanların ellerine sağlık yemekler de çok güzel olmuş” diyerek vaziyeti idare etmeye çalıştım. Yassı ezanına yakın ziyafet bitti, müsade isteyip İbraam Ombaşı’nın evine döndük. İşin farkında olan ev sahibim eve girer girmez hanımına seslendi: “Hanım, bir sahan yoğurt, bir tabak bekmez, bolca da taze çörek getir. Misafir Ağa ağzını yaktı!”

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s