Değerli Ağabeyim Atilla Özcan’dan naklen:
1993 yılında, İnönü Üniversitesi ve Baylor Medical College arasındaki eğitim programı çerçevesinde, bir grup arkadaşla birlikte Amerika’nın Houston şehrine gittik. Program gereği yapmamız gereken işlerin dışında, genellikle hafta sonlarında arkadaşlarla bir araya geliyor ve memleket hasretini hafifletmeye çalışıyorduk.
Gene böyle bir sohbet sırasında söz döndü dolaştı, Amerika’daki yoğurtların bizim yoğurtlara benzemediğine, damak tadımıza uymadığına, Türk yoğurdunun bir başka lezzetli oluşuna geldi dayandı. O sırada, Rizeli Beyin Cerrahı arkadaşımız Dr. Ahmet Çolak, rahmetli babaannesinin nasıl yoğurt yaptığını anlatmaya başladı: “Rahmetli babannem, ineklerden taze taze sağdığı sütü iyice bir kaynatır, sonra açık havada soğumaya bırakır, zaman zaman ısısını serçe parmağıyla kontrol eder, sütün ısısı istediği dereceye gelince bir kaşık damızlığı (maya görevini yapacak yoğurt) tencerenin kenarından yavaşça bırakır, tencerenin kapağını kapatır, kalın bez parçalarıyla tencereyi sıkıca sarar, en dışına da rahmetli dedemin eski ceketini örterdi. Bu şekilde 5-6 saat bekledikten sonra tutan (mayalanan) yoğurdun tadına doyum olmazdi”. Bu tarifin üzerine, Amerika’da Türk usulü yoğurt yapıp yapamayacağımızı tartışmaya başladık.
Tartışmalarımızı bir köşede sessizce dinleyen bilgisayar mühendisliği doktora öğrencisi Mustafa isimli temiz kalpli genç arkadaşımız söz aldı: “Ahmet Abi, bu dediklerinin tamamını burada bulabilir ve yapabiliriz. Amerika’da sütten bol ne var! Kaynatırız, parmağımızı süte sokmaya lüzum yok, o işi derece ile hallederiz. Elimizde yoğurt var, maya olarak onu kullanırız. Kalın örtü bulmak ta mesele değil! Ama, anladığım kadarıyla bu işin püf noktası rahmetli dedenizin eski ceketi! Onu burada nasıl ve nereden bulacağız?”.