Han Mahallesi’nde iri yarı, babayiğit, aynı zamanda nüktedan, şakacı, sözünü ve gözünü budaktan esirgemeyen bir kimse vardı. Adı Seyit Ahmet Ağa idi. Kırk yıl kadar önce, Mayıs ve Haziran aylarında civar ova köylerinden bazı köylüler Uçhisar’a üzüm ve zerdali ile değiştirmek üzere Han Önü’ne süzme yoğurt getirirlerdi. O zamanın kuralları gereğince, evinde üzüm ve kayısı olanlar hemen onları verip borçlarını kapatırlar, olmayanlar da veresiye olarak güz mahsulünü kaldırdıktan sonra öderlerdi. Bu anlaşmaya göre, Seyit Ahmet Ağa da gidip bir köylüden beş kilo yoğurt alıp evine getirmiş. Fakat muzip komşular yoğurtçuyu doldurmuşlar. Seyit Ahmet Ağa senin yoğurdu yer, borcunu da ödemez demişler. Telaşlanan yoğurtçu, hemen yanına birisini alıp Seyit Ahmet’in evine gitmiş. Çaldıkları kapı açılınca yoğurtçu, Seyit Ahmed Ağa’nın, kalburdan bir torbaya zerdali doldurarak kendisine getirmek üzere olduğunu görmüş. Biraz da mahcubiyetle: “Ağam sen zerdaliyi hazırlamışsın, fakat seni çekemeyen komşular, ‘yoğurdunu yer, karşılığını da vermez’ dediler de, onun için zerdaliyi peşin almaya gelmiştim” der. Hazırcevap ve muzip Seyit Ahmet Ağa, yoğurtçuya takılır: “Mademki komşular öyle münasip görmüşler, ben de zerdaliyi vermiyorum”, deyip elindehi torbayı içerideki odaya doğru götürür gibi yapar. Bu minval üzere yoğurtçuyu bir hayli yalvartır ve sonunda zerdalileri verir!
Mekanı Cennet olsun!