Taşlar, taşlar!

Taş deyip geçmeyelim! Taş var, taş var, taştan taşa fark var! Taş var, ev olur insanı sarar sarmalar, taş var insanın ayağı altına serilir, taş var adamın başını yarar!

Taşlar öncelikle yuvamızı yapar. Ocaktan halapa halinde çıkan taş, ustalar elinde şekillenir, kesme taş halini alır. Kafa taşı evimizin temeli olur, su basmanı olur, bahçe duvarı olur. Tol taşı evimizin temelini, duvarını ve kemerini, süve taşı kapı ve pencerelerini, hatıl kapı ve pencere üstlerini, say ve saylak, zemin ve bahçe döşemesini oluşturur. Helik ise, küçük delikleri kapatır, üstteki büyük taşların topallayan ayaklarını sabitler, duvarın dengesini sağlar. Demekki, her taşın yerine göre bir önemi vardır, yani taş yerinde ağırdır.

Önceleri evlerimizde Çat ve Çavuşin taşları kullanılmış, şimdilerde ise Nevşehir (sarı taş, deve tüyü, gül kurusu…) ve İncesu (cingi, siyah) taşları kullanılıyor.

Köfek taşı Erciyesin bölgemize bahşettiği önemli bir hediye! İri parçalar halindeki köfek taşı, topuk taşı olarak kullanılır. Eskiden damlara serilerek izolasyon vazifesi gören iri kum halindeki köfek taşı (hışır), şimdilerde bims adıyla briket yapılarak aynı görevi başka bir şekilde yerine getirmeye devam ediyor. Çakıl taşından stabilize yollar yapılırken, mıcır asfalt halinde hedefimize kolaylık ve konfor içinde ulaşmamızı sağlar.

Atlama taşı bizi hem sulardan aşırır, hem de tanınan bazı fırsatları uygun şekilde kullanabilirsek daha büyük imkanlara ulaşmamısı sağlar. Değirmen taşı buğdayımızı un, arpamızı zavar eder. Bir sapat (sapan) taşı bir kuşun yuvasını darmadağın edebilir.

Binek taşı, dibek (soku) taşı, sadaka taşı, loğ (yuvak) taşı, çakmak taşı, ayak taşı, nişan taşı  maalesef tarihe gömülen taşlarımız!

Böbrek ve safra kesesi taşları bizi kıvrım kıvrım kıvrandırırken, diş taşları dişlerimizden edebilir.

Taş ölümümüzde de bizi yalnız bırakmaz. Cenaze namazımız musalla taşında kılınır. Kabrimizin başına bir mezar taşı dikilir ki gelene geçene bizi hatırlatsın. Biraz hatırlıysak belki de gösterişli birer hece taşı dikerler baş ve ayak uçlarımıza.

Adam var taş kafalı, adam var taş kalpli, adam var bir laf eder, gelir yüreğinin ortasına taş gibi oturur!  Taş çatlasa iki lira edecek mala on lira ister. Taşı sıksa suyunu çıkaracak halde iken ya yan gelir yatar, ya da gider sağda solda it taşlar! Sanki taş atıp da kolu yorulmuş gibi nazlanır. Bazen delinin biri bir kuyuya taş atar, kırk akıllı uğraşır, kırk yılda çıkaramaz. Böyleleri ile uğraşmak insanı çok yorar, şeytan taşlamaktan ibadete eliniz değmez! Söylenirsin içinden: Böyle giderse başımıza taş yağacak!

Tarihte bu cibilliyette nice nemrut var ki, girdikleri yerlerde taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmamış. Allahtan haddi aşınca bunlar taş kesilmişler de insanlar biraz ferahlamış. Geçmiş zamanda nice masum, haksız yere taşa tutulmuş!

İyi insan odur ki, taş üstüne taş koyar, yerinde akranlarına taş çıkartır, gereğinde taşın altına elini koyar, fedakarlıkta sınır tanımaz, icabında bağrına taş basar, yeri gelir taşı yastık yapar. Attığı taşın ürküttüğü kurbağaya değmeyeceğini bilir, bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaz! Taşın taş üstünde olabileceğini ama evin ev üstünde olmayacağını hesab eder, yakınlarına zorluk çıkarmaz.

Usta odur ki; yerinde kullanıldığı takdirde her taşın değerli olduğunu bilir. Süve taşı yerine kafa taşını, helik taşı yerine tol taşını, çingi taş yerine köfek taşını, saylak yerine halapayı kullanmaz. Kullandığı takdirde bunun büyük bir hata olacağını, taşlar yerinden bir oynadı mı artık o duvarı kimsenin tutamıyacağını bilir.

Bir umre ziyaretinde yol arkadaşlığı yapma şansını bulduğum değerli büyüğümüz Mahmut Toptaş Hocaefendi’nin, Huneyn olayını anlatırken şöyle bir değerlendirme yaptığını hatırlıyorum: İnsan her zaman insandır, sahabe de olsa insandır, alim de olsa insandır, evliya da olsa insandır. Kimisi süve taşı, kimisi kafa taşı, kimisi tol taşı gibidir. Kimisi helik taşı, kimisi çingi taş, kimisi de köfek taş benzeridir. Peygamber Efendimizin ustalığı, muhataplarını çok iyi tanıması ve yerli yerinde kullanmasıdır. Etrafındaki insanların potansiyelini ve özelliklerini çok iyi biliyor, onları olması gereken yerde en üst seviyede bir verimlilikle kullanıyordu. Günümüzün en önemli problemlerinden birisi tam da bu noktada karşımıza çıkıyor: Taşlar yerinde kullanılmıyor, ayaklar baş, başlar ayak oluyor, nice değerler heba olup gidiyor. Bu hususta da sünnet-i Rasulullah’tan alacağımız çok ibretler ve dersler olduğu gün gibi aşikar! Taşları tam gediğine koymadıkça işler düzelecek gibi durmuyor!

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s