İlkokul Yılları

56 doğumlu olduğuma göre ilkokula 1962 yılının güz mevsiminde başlamış olmalıyım. Okulumuz Yazı Caminin arkasında, şu anda Kadıneli Restoran olarak kullanılan bina, ilkokul numaram 171, müdürümüz ise rahmetli Hasan Bey (Arısoy) idi. Bize okuma-yazmayı, ilk 3 aylık dönemde öğretmenimiz olan merhum Arabın Durmuş (Yalçın) öğretti. O günlerden iki tatlı hatıra hala hafızamdadır: Okuma-yazmayı söküp sökemediğimizi anlamak isteyen Durmuş Öğretmen bir gün, “tahtaya kasabamızın adını kim yazacak” diye sordu. Parmak kaldırdım, beni kaldırdı, tahtaya “Uçhisar” yazdım. Tebeşiri bırakmama fırsat kalmadan ön sırada oturan rahmetli Deli Yusufun kızı Fatma (Muzaffer) Deli parmak sallamaya başladı: Yânış yazdı örtmenim, yânış yazdı! Durmuş Öğretmen gülerek, “kuyruk sallayıp durma deli kız, kalk sen doğrusunu yaz” dedi. Tahtaya gelen Fatma tebeşiri elimden aldı ve “Ucasar” yazdı! Hep beraber uzun süre gülüştük! Değerli arkadaşımı rahmetle yad ediyorum! Durmuş Öğretmen başka bir gün de tahtaya “Anne sofrayı hazırla” yazdıktan sonra okuması için arkadaşımız Merhum Gacak Kızının Recebin oğlu Ahmet Ünalı kaldırdı. Ahmetin  okuma-yazması sınıfın biraz gerisinde idi. Biz kısık sesle kopya vermeye başladık. Duyduklarını biraz değiştirerek okuyormuş gibi yapmaya başladı: “Ana sufrayı kur”! Olmadı Ahmet! “Anne yemeği geir”! Gene olmadı Ahmet! “Ana çörek çek”! Haydi bir daha Ahmet! “Aba pilav pişir”! Tamam, şimdi oldu Ahmet, aferin! Bu olaydan sonra Ahmetin lakabı uzunca bir süre “aba pilav pişir” olarak kaldı. Ankarada yaşayan değerli arkadaşıma hayırlı ömürler diliyorum.

O günlerden aklımda kalan bir ayrıntıyı da hatırlatıvereyim: İlk dersi bitirdikten sonra okulun arka tarafında bulunan baraka önünde sıraya girer ve rahmetli İstiklal Harbi Gazimiz Hademe Ali (Özkılıç) Emminin kaynattığı Amerikan Marşal yardımı süt tozundan yapılmış sütü içer, bir adet sandviçi de iştahla yerdik. Bu sütü içmek mecburi idi.

Arabın Durmuş bize okuma-yazmayı söktürdükten sonra sınıfı rahmetli Cin İsmaile (Ülkü) devretti. İlk üç yılımızı İsmail Öğretmenle geçirdik. Gerek Durmuş Yalçın, gerekse İsmail Ülkü çok tecrübeli öğretmenlerdi, kendilerinden çok şey öğrendik. Her ikisine de rahmet diliyorum. Bir hatıra da üçüncü sınıftan hatırlayalım: Sınıfımızda yaşça bizde epey büyük ardaşlarımız vardı. Çift dikiş, üç dikiş, dört dikiş yapa yapa ilerledikleri için biz arkalarından yetişmiş oluyorduk. Bunlardan çoğu rahmetli oldu: Bekçi Mustafa (Akkuş), Fecci Evinin Mustafa (Keyifli), Bekçi Ahmet Ağanın oğlu Yakup (Şahin), Cin Oğlanın Şenel (Çevik), bir kısmı da hayatta: Fecci Evinin Oktay, Latif Ok… Gidenlere rahmet, kalanlara hayırlı ömürler diliyorum. Cin İsmail, çocuk psikolojisini iyi bilen, yerine göre bizimle çocuk olabilen, yerine göre de çok disiplinli bir öğretmen idi. Her sabah temizlik, mendil, saç, tırnak kontrolü yapardı. Hepimiz fakir aile çocukları idik, çoğumuzun ayağında kara lastik (soğuk kuyu), sırtında dırıl denen Amerikan bezinden önlük, boynunda ise kirlice ve ütüsüz bir yaka olurdu. İçimizden çok azının atkılı naylon ayakkabısı (çedik), siyah patiskadan önlüğü ve beyaz, kolalı yakası vardı. Çorap da çoğunlukla lüks sayılırdı. Her sabah kontrolü geçemeyen  5-6 arkadaşımız tahtaya dizilir, eller-ayaklar cetvelden geçirilir, yarına temiz gelinmesi tembih edildikten sonra derse başlardık. Gene böyle bir kontrol sabahında Cin İsmail rahmetli Şenel’e çıkıştı: “Lan domuz oğlu domuz! Dün sana, ‘yarın böyle gelme’ demedim mi! Şu hale bak! Zaten çorap yok! Kirden, ayak nerde bitiyor, ayakkabı nerde başlıyor belli değil! Niye yıkamadın oğlum”! Cevap: “Örtmenim! Suyu tandıra koydum, ısındı, tam yıkayacaktım ki annem suya mantı bırakmış”! “Lan domuz oğlu domuz! Sabah sabah mantı yendiği nerede görülmüş”! Sınıfın gülüşmeleri arasında ayaklar tekrar cetvelin tadına bakar, bu durum böyle devam eder, giderdi!

İlkokulun son 2 senesini, Cin İsmailin emekli olması sebebi ile Çatlı Kemal Tunç Öğretmende okuduk. Yeni mezun, iyi niyetli bir öğretmen idi ama Cin İsmaildeki verimi onda bulamadığımızı da söylemek durumundayım.

İlkokul üçten sonra doğup büyüdüğüm evi sattık, Gedik Sokakta bulunan ve rahmetli Hafız Ahmet (Kutlar) Amcadan satın aldığımız yeni evimize taşındık. Bu evde hem su hem de elektrik vardı. Yani hayat standardımız epeyce yükselmişti. Yeni evimiz bakkala da oldukça yakındı.

Beşinci sınıfı bitirmeye bir iki ay kalmıştı. Bir gün bakkalda dururken, radyoda bir hikaye dinliyordum. Araya Halk Bankasına ait bir reklam girdi ve Nene Hatunu anlatan kısa bir bilgiden sonra, tanıtılan kişiyi bilenlerin verilen adrese yazmaları halinde kendilerine güzel bir kumbara hediye edileceği söylendi. Yüksek sesle Nene Hatun diye söylendim. O sırada dükkanın arka bölmesinde demlenmekte olan Arabın Durmuş, “hemen cevabı yaz” dedi. Yazdım ve belirtilen adrese gönderdim. 15 gün kadar sonra, kazandığım hediyeyi bankanın Nevşehir şubesinden alabileceğimi bildiren bir mektup geldi. Ertesi gün Durmuş Öğretmen ile gittik ve hediyemizi aldık. Ahşaptan yapılmış, kağıt paranın tepedeki bir yarıktan, bozuk paranın ise ön yüzdeki bir çekmeceden atıldığı güzel bir kumbara idi. İlkokul yıllarıma ait tek fotoğrafta o kumbarayı elimde tuttuğum görülür.

1967 yılının Haziran ayında, bitirme imtihanını geçtim ve  ilkokulu iftiharla bitirdim. Eylül ayında ise Ortaokul-Lise maceramız başlayacaktı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s