Aksaray

Ekim 1991’de Aksaray Devlet Hastanesi Cildiye Uzmanı olarak ihtisas sonrası mecburi hizmetime başladım. Valiliğin biraz güneyinde bulunan Vadi Sokak’ta yeni inşa edilmiş bir daireyi kiralayıp evimizi taşıdık. Çocukları okullarına yerleştirdik. Mehmet Aksaray Lisesi’ne, Mücahit Anadolu Lisesi’ne Bilal de ilkokul’a başladı.

Hastanede işbirliği içinde çalışan uyumlu bir ekip vardı. Başhekimimiz Ortopedi Uzmanı Dr. Azmi Hoplamaz’ın teklifi üzerine, onun Ulu Cami yanındaki muayenehanesini ortak kullanmaya başladık. Yardımcımız pansumancı Mustafa da çok becerikli birisi idi. Birlikte çalıştığımız yaklaşık 1.5 sene boyunca, Tarsus’lu olan Azmi Bey bana karşı, benim yanımda birisine söveceği zaman benim dışarı çıkmamı rica edecek kadar saygılı bir tavır içinde oldu sağolsun! 

Aksaray’ı sevdik ve hemencecik benimsedik. Kısa sürede hem hasta çevrem hem de sosyal çevrem genişledi. Azmi Beyden başka; Dr. Süleyman Kabakçı, Dr. M. Emin Bahçe, Dr. Nihat Soytekin, Dr. Kazım Can, Dr. Kemal Soytorun, Dr. Fikri Yetkin, Dr. Lütfü Dokuzoğlu, Dr. Nuray Akyüz gibi değerli arkadaşlarımız oldu. Şehirden ise; merhum kardeşim Eşref Timuçin, Mehmet Özdemir, Müslüman Kamil (Oruç) gibi değerli insanlarla tanıştık ve ahbap olduk.

Aksaray’dan anlatabileceğim çok sayıda hatıra mevcut. Tadımlık kabilinden bir kaçını aktarayım:

Benim muayenehanem Ulu Cami’nin doğu tarafında, aslen merkeze bağlı Baymış köyünden olan Müslüman Kamil Abi’nin manifatura dükkanı ise batı tarafında idi. Kendi anlatımına göre, eskiden pırtıcılar çarşısında iki geçe 40 esnaf imişler. İçlerinden bir tek Kamil Abi Cuma namazı kılarmış, onun müslümanlığı oradan geliyormuş. Şimdi anlatacağım hatırayı kendisinden dinleyelim: 

Muhterem kayınpederim Cafer Ağa, Aksaray’ın meşhur lokantacılarından olup aynı zamanda küfürbazlığı ile de nam salmış bir adamdı. Bir sabah erkenden dükkanı açtım, kapının önünü sulayıp süpürürken yaşlı gariban bir dilenci geldi ve “Allah rızası için bir ekmek parası versen efendi oğlum” dedi. “Bre babacığım, sen bu saatte üşenmeyip benim kapıma kadar zahmet etmişsin. Seni bir ekmek parasıyla göndermek benim şanıma yakışır mı? Şu kartı al, Cafer Ağa’nın lokantasına git, karnını bir güzelce doyur! Hesap ödeme vakti gelince, sana verdiğim kartı Cafer Ağa’nın önüne koy, gerisine karışma!” dedim. Adamcağız kayınpederin lokantasına gider, garsona; “Bi çorba getir oğlum!” der. Çorbayı içer, “oğlum bi de tas kebabı getir, yanında pilav da olsun!” der. Arkasından imambayıldı, arkasından biber dolması, arkasından baklava, üstüne iki bardak çay! Kasada oturan Cafer Ağa, bi taraftan adama bakıyor, bi taraftan da ; “Lan bu çulsuz herif, delidevre bu kadar yemeği nasıl yiyor, bunun altından bi Çapanoğlu çıkacak ama, bakalım ne çıkacak!” diye içinden söyleniyormuş. Sonunda elhamdülillahı çeken adam Cafer Ağa’nın tepesine dikilmiş ve elindeki kartı önüne koymuş! Kartta “Muhterem Kayınpederim! Arz-ı hürmet ederim!  Mirasıma mahsuben, bu garibanı bi güzel doyurmanı! Arz ve reca ederim! İmza, Damadınız Kamil Bey!” yazdığını gören Cafet Ağa köpürmüş. Dağarcığındaki bütün okkalı küfürleri sıraladıktan sonra en zoruna giden kısma gelmiş; “Bi de utanmadan “Bey” diye yazmış lan! Baymış’tan kaç tene bey çıkmış eşşoğleşşek!” deyip sövmeye devam etmiş. Cafer Ağa’nın hışmından nasibini alan dilenci süklüm püklüm Kamil Abi’nin yanına dönmüş. “Ne yaptın babacığım, karnını doyurdun mu” sorusuna, “Doyurdum doyurmasına da, üstüne bir kaç tekme atmayalardı daha iyi olurdu” diye cevap vermiş. Kamil Abi, “Onu da KDV’si say babacığım” deyip adamcağızın eline biraz harçlık verip göndermiş. Dediğine göre o olaydan sonra Cafer Ağa Kamil Abi’ye tam 6 ay küsmüş!

Merhum kardeşim Eşref Timuçin, endüstri mühendisi olmasına rağmen, baba mesleği olan müteahhitliği devam ettirmek zorunda kalmıştı ve bu durumdan pek hoşnut olduğu da söylenemezdi. Çok daraldığı zamanlarda anlattığı “Okumuşun Hali!” fıkrasını sitemizin “Sosyal Konular” kısmında yer alan “Kısa Hikayeler” başlığı altında okuyabilirsiniz. Kendisine rahmet diliyorum.

Göreve başlayalı 1 yılı geçmiş, Aksaray’a yerleşmiştik, hatta işi iyice sağlama almak için değerli kardeşim Mehmet Özdemir’in Uluırmak kenarında yeni inşa ettiği bir binadan uygun bir de daire almıştık. Muhtemelen 3-4 ay içinde taşınmayı planlıyorduk. 

Bir gün hastaları bitirmiş, doktor odasında mesainin dolmasını bekliyor ve arkadaşlarla sohbet ediyorduk. O sırada başhekimlik sekreteri, “Mustafa bey, telefonunuz var” diye seslendi. Hemen koştum ve “Alo!” dedim. “Aloo, Mustafacığım selamünaleyküm, ben Dr. Mustaf Paç!”. “Buyurun değerli Hocam!”. “Nasılsın? İyi misin?”. “Elhamdülillah Hocam, iyiyiz çok şükür! Siz nasılsınız?”. “Biz de iyiyiz, teşekkürler! Seni niye aradım biliyor musun?”. “Buyurun değerli Ağabeyim!”. “ Ben Malatya’ya dekan oldum. Seni de kadromuzda görmek istiyorum!”. “Teveccühüne çok teşekkürler Sayın Hocam! Ama benim yaşım öğretim üyesi olmak için biraz geçmiş durumda! Ayrıca Aksaray’a yerleştik, keyfimiz, kazancımız, rahatımız yerinde! Beni bu işten muaf tutsanız!”. “Mazeret istemiyorum, akşam ailenle de konuş, yarın senden olumlu bir cevap bekliyorum! Bunun bir emir olduğunu da unutma ha!”. Kalp-Damar Cerrahisi uzmanı olan Mustafa Bey’le Erzurum’dan tanışıyorduk. Ayrıca 1983’teki haccımız sırasında da sağlık ekibimizin başhekimi idi.

Şaşkın vaziyette doktor odasına döndüm. Yanına oturduğum değerli ağabeyim Dahiliye Mütehassısı Dr. Mehmet Emin Bahçe, “Hayrola!” deyince durumu anlattım ve isteksiz olduğumu belirttim. Kendisi Aksaray’ın en çok hastası olan doktorlarından birisi idi. “Bana bak Mustafa! Şu anda muayenehanemde 25-30 hasta beni bekliyor, kazandığım parayı koyacak yer bulamıyorum. Emin ol, böyle bir teklif bana gelse, değil Malatya’ya Fizan’a bile giderim. Bir süre sonra sen de benim durumuma geleceksin, usanacaksın, tatminsizlik başlayacak. Hiç tereddüt etme, bu fırsatı sakın kaçırma” dedi. Teşekkür ettim, beraberce muayenehanelerimize doğru yollandık. Akşam hanıma durumu açtım, sağolsun her zaman olduğu gibi, “Sen neredeysen biz de orada oluruz, bizden yana kaygın olmasın, kararına gönül rahatlığıyla katılırız” mealinde teşvik mahiyetinde güzel sözler söyledi. Ertesi gün Mustafa Paç Hoca’yı aradım ve olumlu cevabımı ilettim. Teşekkür etti ve gerekli işlemleri başlatacağını söyledi. Bana da yayınlarımı toparlamamı, yabancı dil sınavına girmemi, gerekli bazı evrakları hazırlamamı söyledi. 

Mart 1993’te ilan edilen yardımcı doçentlik kadrosuna başvurdum, gerekli sınavları geçtim, ilgili prosedürü tamamladım ve Mayıs 1993’te İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı öğretim üyeliği görevine tayin edildim. Tarih gene tekerrür etmiş, rahmetli Mehmet Derin Hoca’nın “Kısa Hikayeler” içinde yer alan “Ömür Yaprakları” kıssası bir kere daha gerçek olmuştu! Tevekkeltü tealallah, çok şükür!

Bu arada 1993 Kurban Bayramı’nın birinci günü gecesi en küçük oğlumuz Ahmet Kerim, Dr. Nuray Hanım’ın yardımıyla dünyayı teşrif etti. Bir kere daha elhamdülillah!

 Güzel Aksaray’dan ayrılmak hiç te kolay olmadı. Merhum arkadaşlarım Eşref Timuçin ve Dr. Kazım Can’a rahmet, hayatta olanlara hayırlı ömürler diliyorum!

 

Yorum bırakın