Daha önce sınavlar ve bazı dersler sebebiyle Malatya’da biraz kalmıştım. O sırada Aksaray’da aldığımız evi sattım ve Zafer Mahallesi’nde bir ev aldım. 1993 Haziran ayında Malatya’ya taşındık ve yerleştik. Çocuklar bir kere daha yeni okullarına yerleştiler, Mehmet Malatya Lisesi’ne, Mücahit Fen Lisesi’ne, Bilal Kampüs İlkokulu’na kaydoldu. Ahmet Kerim henüz 20 günlük!
O sıralar Tıp Fakültesi Hastanesi, stadın üstündeki eski Devlet Hastanesi’nin bir bölümünde halk tarafından bilinen adıyla “Araştırma Hastanesi” olarak görev yapıyor. Cildiye Bölümü’nde benden önce iki öğretim üyesi var, ama ikisi de eğitim için Amerika’ya gitmişler: Dr. Yasemin Oram ve Dr. Atilla Özcan. Dolayısıyla çiçeği burnunda taze bir öğretim üyesi, aynı zamanda da A.B.D Başkanı olarak göreve başladım! Yanlış anlaşılmasın; Ana Bilim Dalı Başkanı! Bir de asistanımız var: Dr. Ersoy Hazneci.
Rektörümüz, merhum Turgut Özal tarafından atanan Erciyes Üniversitesi öğretim üyesi Darende’li Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Yücesoy. Dekanımız Dr. Mustafa Paç ta Amerika’ya gitmiş, yerine Prof. Dr. Ahmet Acet bakıyor. Başhekimliği ise değerli kardeşim Prof. Dr. Nasuhi Engin Aydın deruhte ediyor.
“Acer testinin suyu soğuk olur” atasözü mucibince heyecanla göreve başladık. Hepsi de benim gibi idealist 20-25 kişilik bir öğretim üyesi ekibiyle çalışıyoruz. Bizden önce oraya yerleştirilen çoğu Hacettepe kökenli arkadaşlar Amerika’dan döndükten sonra Ankara’ya dönme niyetinde ve gayretindeler. Dolayısıyla yeni ekibin bir an önce kendini ispatlaması lazım! Harıl harıl yayın hazırlıyoruz, Tıp Fakültesi Dergisi’ni çıkarıyoruz, yabancı dili zayıf arkadaşlara yardım ediyoruz… Bir taraftan da ders notları hazırlamak ve görsel malzeme tedarik etmek için yoğun gayret gösteriyoruz. Bu işler şimdiki gibi kolay değil! Dergilerden, kitaplardan gerekli fotoğrafları slayt filmlerine çekmek, onları banyo etmek, kesmek, kasetlere yerleştirmek… neredeyse özel uzmanlık alanımız oldu. Bu işlerde bize çok değerli katkıları olan Fotofilm Merkezi sorumlumuz Hüsnü Tekedereli’ye minnet ve teşekkür borçluyuz.
Bu aradan küçük bir hatıramı nakledeyim: Yeni öğretim üyesi olmanın heyecanıyla derslere hazırlanıyorum. Bir derste “Verrüler (Siğiller)” konusunu işlerken tıbbi bilgileri aktardıktan sonra modern tıbbın da kabul ettiği “Telkin (Suggestion)” tedavisinden bahsettim. Halkımızın değişik şekillerde bu tedaviyi uyguladığını anlattım. Örnek olarak ta rahmetli annemin siğil tedavisinde uyguladığı yöntemi naklettim. İki gün sonra yerel gazetelerden birinde bir haber: “Araştırma Hastanesi’ne yeni gelen Cildiyeci, siğilleri tedavi etmeyip üfürükçülere gönderiyormuş!”. Bu bana bir ders oldu! Ne demiş atalar: Her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir!
Göreve başladıktan yaklaşık 1 yıl kadar sonra Engin Bey’in Amerika’ya gitmesi sebebiyle değerli asker arkadaşım Doç. Dr. Haluk Şavlı başhekim oldu. Ben ve değerli kardeşim Nöroloji uzmanı Dr. Ayhan Bölük de yardımcılığını yaptık. Haluk bey, özellikle diyabet konusunda çok bilgili bir Dahiliyeci idi ama çok enteresan bir özelliği vardı. “Çok bilen çok yanılır ve çekinir” kuralının canlı temsilcisi idi. Hata yapma endişesiyle kolay kolay reçete yazamazdı. Ya asistanlarına yazdırır, ya da başka bir arkadaşına havale ederdi. Başhekimlikte de aynı tavrını sürdürdü. Kolay kolay bir evrakın altına imza atmazdı. Onun imzalaması gereken evrakın büyük çoğunluğunu ya ben ya da Ayhan Bey imzalardık.
Amerika!
1995 yılının başlarında Dr. Yasemin Oram ve Dr. Atilla Özcan Amerika’dan döndüler. Amerika’ya gitme sırası bana gelmişti. Öğretim üyelerimizin çoğu, rahmetli Özal tarafından yapılan anlaşma gereğince Houston’daki “Methodist Hastanesi”ne gidiyorlardı. Ben ve başka bazı arkadaşlar, özel kanallarla akseptans aldığımız Pittsburgh Üniversitesi Tıp Merkezi’ni tercih ettik. 1995 Mart ayında Amerika’ya gittim. Benden önce aynı yere giden değerli Kardeşim Dr. Mustafa Şahin’in de yardımlarıyla, geçici olarak Muammer Özer isimli bir doktora öğrencisinin yanına yerleştim. Allerji-immünoloji konusunda birlikte çalışacağımız Dr. Philip Fireman ve ekibiyle tanıştık. Ana çalışma konumuz “Mast Hücreleri” idi. 15-20 günlük bir kütüphane sürecinden sonra, mast hücreleri konusunda otorite olan Dr. Michael Tharp’ın laboratuvarında yeni doğan sünnet derisinden mast hücrelerinin nasıl elde edildiğini öğrendim. Daha sonra Dr. Fireman’ın laboratuvarında, Asha Patel isimli Hintli bir teknisyenle birlikte mast hücrelerinin aktivasyonu ve blokajı üzerine çeşitli deneyler yaptık. Bu çalışmaların sonunda bir kaç adet yayın elde etmeyi başardık.
(Dr. Fireman (gözlüklü) ve ekibi, Pittsburgh, Ekim 1995)
Üç ay kadar, Muammer’in misafiri olduktan sonra hastaneye yakın Oakland semtindeki McKee Place isimli sokakta Suriye kökenli bir hristiyan olan Mr. İlyas’a ait 3+1 bir ev kiraladık. Amerika’da 3+1 ev bulmak oldukça zordur, bu kanuda da şansımız yaver gitti. Bu sırada Türkiye’ye dönüş yapan Emin Karip isimli bir doktora öğrencisinin ev eşyalarını ve arabasını aldık. Haziran’ın başında hanım, Bilal ve Kerim, Temmuz başında da Mehmet’le Mücahit geldiler. Mehmet bir yıl süreyle Meslek Yüksek Okulu’na (Comunity College), Bilal ilkokul 5. sınıfa devam etti. Mücahit yıl kaybetmemek için 3 ay sonra geri döndü.
Gerek bizim gerek çocukların Amerika’ya uyumunda Pittsurgh İslam Merkezi ve Malatya’lı müdürü kıymetli kardeşim Kadir Gündüz’ün çok değerli katkıları oldu, kendisine çok müteşekkiriz. Pittsburgh’da iki Ramazan ve bir Kurban bayramı yaşadık. Gerek merkezdeki iftarların, gerek kapalı spor salonunda kılınan bayram namazlarının, gerekse bayram pikniklerinin tadı hala damağımdadır. Merkezde kılacağımız teravih namazlarının 8 rekat olduğunu duyunca önce sevindiğimizi, ilk teravih namazını 2 saatte tamamlayınca da Türkiye’deki teravihleri özlediğimizi gülümseyerek hatırlıyorum. Bu aradaAmerika’yı ziyaret eden merhum Prof. Dr. Mahmut Esat Coşan Hocaefendi de birkaç gün misafirimiz oldu.
(Esat Coşan Hocaefendi, Pittsburgh, 1996)
Pittsburgh güzel bir şehirdi, yakın çevremizde bizimle birlikte çok sayıda doktora öğrencisi de yaşıyordu. Pek çoğuyla ailecek görüşüyorduk. Bilal’in Fahrettin (pardon Safrettin) Abisi’yle yaptığı “Garage Sale”leri hala gülerek hatırlarız. Yaz tatili boyunca mesleki çalışmaların yanında gezip tozmayı da ihmal etmedik. Fazla uzak olmayan Niagara Şelalesi ve Washington gezileri oldukça enteresandı. Mesela; Beyaz Saray ziyareti sırasında o sıralar 2 yaşında olan Kerim’in, Sarayın ihata duvarlarını bir kaç defa sulamasını hiç unutmayız!
Dr. Fireman laik bir Yahudi idi. Benim dini hassasiyetlerime çok saygı gösterir, öğle yemeklerinde bana özellikle peynirli piza getirtirdi. Bir gece, hakiki Yahudilik hakkında yanlış kanaatlere sahip olmamı önlemek için, ortodoks bir Yahudi arkadaşının evine ailece yemeğe davet etti. Orada gördük ki bozulmamış Yahudilik İslamiyete oldukça yakındı. Yemeğe dua ile ve tuzlu ekmekle başlamak, çorba-ana yemek-tatlı sıralaması ve yemeği gene bir dua ile bitirmek bizim hiç te yabancısı olmadığımız uygulamalardı.
Amerika’da mesleki çalışmalarım dışında, sosyal hayata dair keşke bizde de böyle olsa dediğim bazı gözlemlerimi paylaşmak isterim:
Görebildiğim kadarıyla devlet organizasyonu vatandaşı merkeze alarak düzenlenmiş. Asık yüzlü bir memur göremezsiniz, işinin en kısa sürede halledilir. Olmayacaksa niye olmayacağı nezaketle anlatılır. Mesela araba alıp satmanız yarım saat içinde tamamlanır, bir telefonla telefonunuz bağlanır… Böylelikle devlet ve vatandaş arasında karşılıklı bir güven oluşuyor. Vatandaş ta devleti benimsiyor ve yardımcı olmaya çalışıyor. Mesela, arabanızdan bir izmarit fırlatın, arkanızdaki hemen polisi arar ve az sonra 300 dolar ceza makbuzunu elinize alırsınız!
İnançlara ciddi bir saygı gösteriliyor. Hastanede sih doktor, başında türbanıyla, yahudi doktor kippa’sıyla, müslüman personel başörtüsü ile çalışıyor, kimse de bu durumu garipsemiyor. İnsanların kılığına kıyafetine değil, ne ürettiğine bakılıyor. Bilal’i ilkokul kaydına götürdük. Oradaki memure hanım, gerekli işlemleri yaptıktan sonra, “Zannediyorum siz müslümansınız, çocuğunuza burada iki öğün yemek verilecek. Lütfen dikkat etmemiz gereken hususları not edin, dikkat edelim” dedi. Daha sonra takip ettim, bu bir formalite değildi, menüde peperoni piza olduğu günlerde, okuldaki müslüman çocuk sayısı kadar peynirli piza geliyordu ve daha da enteresanı, önce bu çocuklara servis yapılıyordu!
Zenginliğin içinde, iktisatlı davranmaya da azami dikkat ediliyor. Bir gün sohbet sırasında Dr. Fireman’a, “Bizim Malatya’da bile elektrik telleri yer altına alındı, koskoca çelik üretim merkezi şehrinizde hala ahşap direkler, salkım saçak teller biraz garip kaçıyor” dediğimde gülerek, “Elektriğin yanıyor, telefonun çalışıyor, suyun akıyor, demek ki sistem çalışıyor. Çalışan bir sistemi bozup yenisini yapacak kadar zengin değiliz” diye cevap vermişti. Bu iyi niyetli insanı daha sonra Türkiye’de ailesiyle birlikte 15 gün kadar misafir ettik. Biz ondan, o da bizden memnun olarak ayrıldık.
Amerika’da geçirdiğimiz 15 ay, hem kendim için hem de çocuklar için çok verimli oldu. Mesleki katkılar yanında çok değerli sosyal kazanımlar da edindik. Ben rahatlıkla yayın yapma tecrübesi kazandım. Çocuklarsa eğitimleri sırasında hiç yabancı dil problemi yaşamadılar. Rahatlıkla yurt dışına girdiler çıktılar, halen ikisi öğretim üyesi olarak ikisi de yurt dışı görevlerde rahatlıkla çalışıyorlar, o günlerin ekmeğini yiyorlar!
Haziran 1996’da Amerika maceramız sona erdi. Enteresan bir yolculuk sonunda; kişi başı ağzına kadar dolu 2 bavul ve 2 çantadan oluşan kallavi bir bagajla, 4 uçak değiştirerek salimen Malatya’ya vasıl olduk. Elhamdülillah!