Allah’a sonsuz şükürler olsun, hiç ummadığım yerlerden türlü nimetlerle beni rızıklandırdığı gibi, seyahat konusunda da bana son derecede cömert davrandı. Bunlardan önemli gördüğüm bazılarını mümkün mertebe özetleyerek nakletmeye çalışacağım inşallah:
Hacc ve Umre Seyahatlerim:
Cenab-ı Hakk, çok şükür şimdiye kadar 3 hacc ve 2 umre ziyareti nasibetti. İlk hacc görevini 1983’te sağlık görevlisi olarak yerine getirdim. Bu güzel yolculuğu “Mebrur Bir Hacc: Avare Seyit” hikayesinde anlattım.
İkinci haccımı rahmetli eniştem Metin Gökgöz’e vekaleten 2016’da yapmak nasiboldu. Üç kişilik bir odada, Adapazarlı 2 arkadaşla birlikte güzel bir hacc yaptık.
(Kabe-i Muazzama, Eylül 2016)
(Medine-i Münevvere, Eylül 2016)
Üçüncü haccımız ise, 2017’de değerli oğlum Mücahit’in anne-babasıyla kaim-i valide ve kaim-i pederine bir hediyesi şeklinde kısmet oldu. Malum, Türkiye’den hacca gitmek oldukça zorlaştı. Aynur Hanım, 28 Şubat döneminde ben gidemem düşüncesiyle hacca tek başına gitmek zorunda kalmış ve bu durum onda bir burukluğa sebep olmuştu. Ben zaten hakkımı kullanmıştım. Hasan Hocam ve Bedriye Hanım ise yılladır sıra bekliyorlardı. O sıralar Amman Büyükelçiliğinde konsolos olarak görev yapan Mücahit, karşılıklı iyi ilişkiler içinde bulunduğu Suudi mevkidaşından bu konuda yardım talep ediyor. O da hemen pasaportlarını göndersinler vize verelim diyor. Böylelikle biz Ürdün vizesiyle 4 kişi Türkiye’den hacca gitmiş, aynı zamanda birilerinin hakkına da girmemiş olduk. Güzel bir hacc oldu, özellikle bizler tecrübeli ve kıdemli hacılar olarak değerli dünürlerimize güzel bir mihmandarlık yaptığımızı zannediyoruz. Allah kabul eylesin!
2009 yılı Ocak ayında ve 2012 Şubat’ında iki defa da umre yapmak nasiboldu elhamdülillah!
(Mekke-i Mükerreme, Şubat 2012)
Şimdiye kadarki hacc ve umre ziyeretleriyle ilgili bazı müşahadelerimi de sizinle paylaşmak isterim: Maalesef, her konuda olduğu gibi, hacc ve umre konusunda da madde-mana dengesini bir türlü koruyamadığımızı düşünüyorum. Maddi taraf öne çıktıkça mana tarafı zayıflıyor. Konfor arttıkça elde edilen manevi gelir azalıyor. Lüks yolculuklar, 5 yıldızlı oteller, açık büfe israfı, gereksiz bir alışveriş telaşı, Kabe’nin tepesine dikilen devasa binalar, çok kötü kullanılan bir teknoloji, rehberlik hizmetlerinin yetersizliği… gibi bir çok sebep, haccdan beklenen maddi-manevi faydaları iyice sınırlıyor. En fazla manevi huzuru, en zor şartlarda yerine getirdiğim ilk haccımdan elde ettiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Bu yolculuklarda atalarımızın “Hacı buradan gider” tespitinin ne kadar doğru olduğunu defalarca gözlemledim. Oralara gitmeden önce burada çok esaslı bir ön hazırlık yapılması gerekiyor.
Amerika Seyahatimiz:
Görev yaptığımız Turgut Özal Tıp Merkezi’ne, kurucusu olan rahmetli Özal tarafından sağlanan özel bir statü çerçevesinde, ailecek 15 ay süreyle Amerika’nın Pittsburgh şehrinde yaşadık. Oradaki izlenimlerimizi ve hatıralarımızı bu yazının biraz üst tarafında yer alan “Malatya Malatya Bulunmaz Eşin!” başlıklı hatıradan okuyabilirsiniz.
Avrupa Başkentlerine Seyahatlerim:
Mesleki toplantılar sebebiyle çeşitli tarihlerde Prag, Varşova ve Lizbon’u ziyaret etme fırsatım olmuştu. Londra’yı da Ağustos 2018’de, Google’da çalışan değerli oğlum Ahmet Kerim’in daveti sebebiyle görme imkanımız oldu. Bu son yolculukta, Aynur Hanım ve ilk göz ağrısı torunum Zeynep te bana eşlik ettiler. Her 4 başkentin de birbirine çok benzeyen yönleri vardı. Her Avrupa şehrinde olduğu gibi, bu başkentlerin de en önemli ortak özelliği çok geniş ve güzel parklara sahip olmalarıydı. İkinci özellikleri ise, tarihlerine büyük bir saygı ve tarihi koruma çabaları idi. Üçüncü dikkatimi çeken husus, bol miktarda kiliseye sahip olmakla birlikte, kiliselerin çoğunun başka amaçlarla kullanılması oldu. Özellikle Londra’da gördüğüm kiliselerin büyük kısmı yarı harabe halinde idi ki, bu durum Avrupa’daki dini hayatın esaslı bir göstergesi idi. Önemli bir hristiyan başkenti olan Londra’nın belediye başkanının Pakistan kökenli bir müslüman olması da oldukça enteresan bir durum!
Londra’da oldukça fazla sayıda cami ve mescit var ve bir hayli de faal durumdalar. Orada olduğumuz sürede Kurban Bayram Namazını Londra Merkez Camiinde, Cuma namazlarını da mahallemizdeki Risale Camii’nde kıldık.
(Londra Merkez Camii, Ağustos 2018)
(Risale Camii, Londra, Ağustos 2018)
Bu başkentlere yaptığım ziyaretlerde hiç bir şekilde bir aşağılık duygusu hissetmedim. Özellikle ulaşım ve temizlik konusunda bizim şehirlerimiz daha ilerde. Bizim sıkıntımız, üzerinde oturduğu hazineden habersiz fakirler durumunda olmamız! İnşallah zamanla bu eksiğimizi de gideririz.
(British Museum, Londra, Ağustos 2018)
Suriye Seyahatimiz;
Malatya’da çalışırken yanılmıyorsam 2005 yılı olacak, bir hafta sonu Antep merkezli bir firma aracılığı ile Suriye’ye gittik. Bu gezide Aynur Hanım ve değerli oğlum Mücahit te bana eşlik etti. O zaman ikili ilişkiler çok iyi durumda! Kilis-Cilvegözü’nden çıkış yaptıktan sonra; Halep, Hama, Humus, Şam güzergahıyla ülkeyi baştan başa katettik. Bu geziden aklımda kalan önemli noktalar: Halep Kalesi, Kapalı Çarşı, Emeviyye Camii ve içindeki Hz. Zekeriyya Türbesi, Hama’daki devasa su çarkları (Dertli Dolap), Humus’ta Halid bin Velid Camii ve Türbesi, Şam’da; Kasiyun Dağı ve Muhiddin-i Arabi Türbesi, Hamidiye Çarşısı, Emeviyye Camii (Hz. Yahya ve Hz. Hüseyin Türbeleri), Hicaz Demiryolu İstasyonu ve Abidesi, Süleymaniye Külliyesi ve Sultan Vahdettin’in mezarı, Ehl-i Beyt Mezarlığı ve Bilal-i Habeşi Türbesi, Seyyide Zeynep Türbesi, açık hava lokantaları…
Bu geziden çıkardığım özet sonuç; Suriye bizden bir parça! İnsanı, binaları, camileri, çarşıları aynı Antep, Diyarbakır veya Urfa! Hiç bir fark yok, peki niye ayrıyız, hatta şimdilerde düşmanız, anlayan beri gelsin! Vah esefa!
İsrail-Filistin Seyahatimiz:
Şubat 2011’de, Aynur Hanım ve Ahmet Kerim’le birlikte, kıymetli oğlum Mücahit’in ilk dış görev yeri olan Tel Aviv’i ve dolayısıyla İsrail’i ziyaretimiz de enteresan ve birçoğu maalesef üzücü hatıralar edinmemize sebep oldu. Kudüs, Yafa, Hayfa, Akka gibi kadim Osmanlı beldelerinin şu andaki mahzun ve mahrum halleri bizi derinden yaraladı.
(Kubbet’üs Sahra, Şubat 2011)
Bu ziyaret sırasında 3 Cuma namazını Kudüs’te kılmak nasiboldu çok şükür. Ana girişler maalesef İsrail askerlerinin kontrolünde. İç girişler ve avluda ise Ürdün Mescid-i Aksa Vakfına ait güvenlik görevlileri var. Harem-i Şerif; Mescid-i Aksa, Kubbet’üs Sahra, Avlu ve çok değişik binalardan oluşan büyük bir kompleks. Bizler, oğlumun diplomatik kimliği sayesinde bir sıkıntı çekmedik ama sıradan insanların çektiği sıkıntılara çokça şahit olduk. Harem-i Şerif, Hazreti Süleyman’dan günümüze uzanan bir canlı tarih müzesi! Özellikle Mescid-i Aksa’nın Süleyman Mabedi’nden miras kalan alt bölümleri çok etkileyici! Hacer-i Muallaka’nın üzerine bina edilen Kubbet’üs Sahra ayrı bir değer! Eski Kudüs, Davud Aleyhisselam’ın kabri, Kıyamet Kilisesi, Ömer Mescidi… anlat anlat bitmez! Allah Kudüs’teki ziyaretlerimizi ve ibadetlerimizi kabul eylesin!
Kudüs’e gidişlerimizden birinde Hazret-i İbrahim’in ebedi istirahatgahı olan, şimdilerde Hebron diye bilinen El-Halil’i ve Harem-i İbrahim’i de ziyaret kısmet oldu. Şehir tam bir ölü belde halinde, malesef her taraftan sefalet görüntüleri ve kokuları geliyor. Bir ibadethaneye değil de sanki bir hapishaneye girermiş gibi çok sıkı kontrollerden sonra ancak içeri girebiliyoruz. El-Halil Camii, İsrail tarafından ikiye bölünüp yarısı sinagog haline getirilmiş. Büyükçe bir sanduka halindeki Hz. İbrahim’in kabri de iki kısma ayrılmış: Bir tarafını Yahudiler, bir tarafını müslümanlar ziyaret ediyor. Caminin içinde ayrıca Sare Validemiz’in ve İshak Aleyhisselam’la hanımı Rebeka’nın da kabirleri var. Camide bulunan bir kuyu (mağara)da Hazret-i Yakup ve Hazret-i Yusuf’un da eşleriyle birlikte mezar (makam)ları olduğuna inanılıyor. El-Halil ziyaretimizi tamamladıktan sonra, dönüşte, Hazreti İsa’nın doğduğu yer olan Beytüllahim (Betlehem)i ve Doğuş Kilisesi’ni de ziyaret ettik.
Eski bir Osmanlı şehri olan Yafa, Tel Aviv’in bir mahallesi durumunda. Yakın olması hasebiyle oraya sıkça gidip geldik. Osmanlı’dan, özellikle Abdülhamid Han’dan kalan çok sayıda eser var. Güzelim bir çarşı, halen kullanımda. Merkezde güzel bir saat kulesi ve aktif olarak çalışan şirin bir mescid diğer aklımda kalanlar!
(Yafa, Ocak 2011)
Diğer enteresan bir gezimiz de kuzey istikametinde oldu. Bu seferde ilk olarak Hayfa’yı ziyaret ettik. Burası iki açıdan önemli: Birincisi, Hayfa dünya Bahailerinin merkezi! Çok güzel düzenlenmiş taraçalar halindeki Bahai Bahçesi ve bu bahçenin merkezinde bulunan Bahaullah’ın Türbesi görülmeye değer yerler. Bizi ilgilendiren ikinci tarihi alan ise, Hicaz Demiryolu’nun Hayfa İstasyonu ve istasyon anıtı oldu. Orada da Abdülhamid Han’ı rahmetle yad ettik.
(Hayfa, Şubat 2011)
Akka, Hayfa’nın biraz kuzeyinde yer alan güzel bir Osmanlı şehri. Akka demek Cezzar Ahmet Paşa demek! Dünyada Napolyon’u önce durduran sonra da yenen tek kişi ünvanına sahip kahramanımız! Akka Kalesi’ni, limanını, çarşılarını, camilerini hep onun gölgesinde gezdik. Adını taşıyan camisinde namaz kıldık ve türbesinde dua ettik. Allah mekanını Cennet eylesin!
(Cezzar Ahmet Paşa Camii, Akka, Şubat 2011)
Ecdat eserlerinin tepesinde dalgalanan İsrail Bayrağı, Kudüs’te, El-Halil’de, Yafa’da, Hayfa’da, Akka’da… içimizde hep hüzün, hep elem, hep acı oldu! Bu seyahat tabii ki evlatlarımızı görmek açısından bir sevinç idi, ama buruk bir sevinç!
Son olarak bir de sevincimi aktarayım: Gerek Kudüs’te, gerek Yafa’da, gerek diğer yerlerde, başta TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) olmak üzere kamu kurumlarımızın ve sivil kuruluşlarımızın çok önemli hizmetlerine büyük bir gururla şahitlik ettik. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler!
Bosna-Hersek Seyahatimiz:
Haziran 2011’de, ÜAK (Üniversiteler Arası Kurul)’ın özel toplantısı Saraybosna’da yapıldı. Ben de İnönü Üniversitesi temsilcisi olarak rektörümüz Cemil Bey’le birlikte bu toplantıya katıldım. Bu gezide Aynur Hanım da bana refakat etti. Resmi işlerimizin yanında, bu vesile ile Bosna-Hersek’i baştan aşağı gezme fırsatı bulduk. Saraybosna’da savaşın izleri hala canlı olarak görülebiliyor. Başçarşı, Hüsrev Bey Külliyesi, Bedesten, Aliya’nın de medfun bulunduğu Kovaçi Şehitliği, Tünel, Latin Köprüsü, yediğimiz burekler, içtiğimiz kahveler, özel aramalarla bulduğumuz tavşan kanı çaylar…
Bosna’da gittiğimiz özel mekanların başında tabii ki Mostar geliyor. Hırvatlar tarafından yıkılıp TİKA tarafından yeniden inşa edilen meşhur Köprüsü, Blagay (Sarı Saltuk) Tekkesi, Neretva Nehri…oradan aklımızda kalan önemli noktalar!
Bir buçuk yıl kadar devam eden ÜAK üyeliğimin en verimli sonucu bu gezi oldu. Demek ki, bazı kurullara üye olmanın bazen böyle önemli yan girdileri de oluyormuş, çok şükür!
Ürdün Seyahatimiz:
Aralık 2015’te sevgili oğlum Mücahit’in ikinci dış görev yeri olan Ürdün’ün başkenti Amman’ı Aynur Hanım’la birlikte ziyaret ettik. Ülkeye giriş ve çıkışlarımız Ürdün’ün ikinci havaalanı olan Akabe’den oldu. Ahmet Kerim de Londra’dan gelerek bize katıldı. Bir ay kadar süren bu ziyaret te çok verimli oldu. Pek çok yeri görme imkanımız oldu. Önemli gördüğüm bazı hususları aktarmaya çalışacağım:
Başkent Amman, coğrafi ve tarihi açıdan Ankara’ya çok benziyor. Tepesi, deresi, vadisi bol bir yer. Özellikle “Beled” denilen merkez, bizim Samanpazarı ve Çıkrıkçılar Yokuşu’nun bir kopyası. Kalesi de Ankara Kalesi’ne benziyor. Daha da enteresanı, Ankara’ya yatırım yapan Romalılar, Amman’ı da unutmamış. Kalenin içinde, Emevi Saray kalıntıları yanında devasa Roma kalıntıları mevcut! Tarihin kaydettiği bu büyük medeniyet karşısında şapka çıkarmamak ne mümkün! Amman’ın insan yapısı da bize çok yakın. Klasik arap kıyafeti giyenler oldukça az. Bizde olduğu gibi, başörtülü ve streçli hanımlar dikkat çekiyor!
Ürdün yönetiminde üçlü bir paylaşım var sanki: Haşimi Ailesi temsili bir otoriteye sahip. Esas güç, parlamentoda temsil edilen yerel kabilelerin elinde. Askeri alanda ise Çerkezler hakim. Rivayet odur ki; İngilizler tarafından Ürdün Kralı ilan edilen Abdullah, çadırını o zaman merkez durumundaki Salt’a kurmak istiyor, ama oradaki kabile reisleri buna izin vermiyorlar. Abdullah da çadırını mecburen Amman’a kuruyor. Kabile reisleri yaptıkları istişareler sonunda; Haşimi kökenli bir kralı kabul etmenin çok da zararlı olmayacağı, aksi takdirde krallık için kendi aralarında çatışmak zorunda kalacakları sonucuna varıyorlar.
Amman’da; Kral Abdullah Camii, Şerif Hüseyin Camii, Kral Hüseyin Camii, Kraliyet Otomobil-Uçak Müzesi, Antik Roma Tiyatrosu… gibi güzel yapıları görme fırsatımız oldu.
Amman’da severek yediğimiz yiyecekler ise; Çeşitli kebaplar, şaverma (çevirme, döner), mensef, felafil, humus, künefe (özellikle Nefise ve Habibe) idi.
Bu arada epey bir çevre gezisi yapma fırsatı da bulduk. Madaba, Kerak, Jeraş, Ölü Deniz (Lut Gölü)… Madaba’daki Roma ve Bizans kalıntıları, özellikle mozaikler dikkat çekici idi. Ölü Deniz civarındaki tepelerdeki coğrafi oluşumlar nedense bana hep taşlaşmış insan figürleri gibi geldi. Hz. Yuşa Türbesi, Hz. Şuayb Türbesi, Ashab-ı Kehf Mağarası da enteresan yerlerdi.
Amman-Kudüs arası yaklaşık olarak 90 kilometre. Ürdün gezimiz sırasında, bir defa daha Kudüs’ü ziyaret etme ve Cuma namazı kılma imkanımız oldu. Bu kadar kısa anlattığıma bakmayın, bu işler epey bir prosedüre tabi. Sağolsun o işleri Mücahit halletti. İsrail ziyaretimizde anlattığımız hususların dışında, dönüş sırasında Eriha’da Hz. Musa’ya izafe edilen Makam/Kabri de görme ve dua etme fırsatımız oldu.
(Kudüs, Ocak 2016)
Ürdün’ün en meşhur yeri olan Petra’ya niye gitmedik! Birincisi, epey bir yürümeden sonra esas merkeze varılabiliyormuş. Bizim dizler ise maalesef o kadar mesafeyi yürümeye müsait değil. İkincisi, Mücahit’in anlattığına göre bizim Kapadokya’ya çok benziyormuş. Bunu ve biraz da soğuk havayı bahane ederek Petra ziyaretini bir sonraki sefere erteledik!
Ürdün seyahatimizin en etkileyici bölümü şüphesiz ki “Salt Türk Şehitliği” idi. Salt, Amman’ın yaklaşık 30 km. kuzeybatısında yer alıyor. Şehir, Osmanlı döneminde özellikle askeri açıdan Filistin Bölgesi’nin idare üssü imiş. 1918’de bölgenin İngilizler tarafından işgali sırasında; savaşarak, yerli halk tarafından öldürülerek, hastalanarak… şehit olan 300 civarında askerimiz, şehrin mezarlığı içinde bulunan bir mağaraya üstüste atılmışlar ve unutulmuşlar. Bu toplu şehitlik, 1973 yılında vefakar bir askeri ateşemiz tarafından yeniden günyüzüne çıkarılmış. Devletimiz tarafından çok güzel bir düzenleme yapılmış. Sembolik bir mezar inşa edilen mağarada 24 saat Kur’an-ı Kerim okunuyor. Şehitlerimizin isimlerinin sıralandığı kitabede bir de Nevşehir’li şehidimiz var: Hasanoğlu Kazım! Mekanları Cennet, makamları âlî olsun!
(Salt, Ürdün, Ocak 2016)
Böylelikle, şimdiye kadar kısmet olan seyahatlerimizi mümkün mertebe özetleyerek nakletmeye çalıştım. Hepsi de çok güzel, verimli, ders verici, tecrübe kazandırıcı, ufuk açıcı yolculuklardı. Bu gezilere vesile olan; merhum Turgut Özal’ı rahmetle, mesleğimi minnetle, değerli oğullarım Mücahit ve Ahmet Kerim’i şükranla yad ediyorum. Bundan sonraki hedefimiz, kısmet olursa Kanada olacak! Ya nasip!